Çarşamba, Ekim 01, 2014

Kynodontas (2009), yön. Yorgos Lanthimos

                    "Anne, iki küçük zombi buldum. Getireyim mi?"
image
Kynodontas; çeşitli yorumlamalara açık, her tarafından bir anlam fışkıran, beni "ne olurdu birazcık daha bir şeyler anlasam hakkında," diye kıvrandıran zor bir film.

Filmin neredeyse tamamı bir evde geçiyor. Büyük bir ev burası ve kocaman bir bahçesi ile yüzme havuzu var. Evin bu durumuna baktığımızda içinde yaşayanların para ve güç sahibi ve dolayısıyla bu ikisinin getirdiği özgürlüğe sahip olan bireyler olduğunu varsayabilirdik oysa durum çok farklı. Bahçenin her tarafı duvarlarla çevrili; toplumdan ve dış dünyadan uzakta, içinde yaşayanların dışarıya çıkamadığı bir yer burası. Evde bir çekirdek aile yaşıyor: anne, baba ve üç çocuk (büyük kız, küçük kız ve erkek). Dışarıya sadece baba çıkabiliyor o da arabayla. Anne ile baba çocuklarını buraya kıstırmışlar ve onlara ev eğitimi veriyorlar. Verdikleri eğitimin en güçlü ögesi dil. Her gün yeni kelimeler öğretiyorlar çocuklarına. Örneğin filmin açılışında deniz (ahşap kolluklu deri koltuk), otoyol (çok güçlü bir rüzgâr türü), seyahat (zemin kaplamada kullanılan dayanıklı bir malzeme), tüfek (güzel, beyaz bir kuş) kelimelerini veriyorlar. Bu kelimelere baktığımızda ilk üçünün gitmek, uzaklaşmak dolayısıyla özgürlükle bir bağlantısı var. Tüfek ise bir isyan, savaş nesnesi; özgürlüğü kazanmak için kullanılabilir. Sözcükleri, anlamları değiştirerek çocukların algıları ile oynamış oluyor bu anne ile baba. Onların zihinlerini şekillendiriyor böylelikle onlara yeni bir gerçeklik yaratmış oluyorlar. Babanın çocuklara Fly Me to the Moon dinletip söyleyenin çocukların büyükbabası olduğunu söylediği ve şarkının sözlerini "ailemiz bizi çok sever, evimiz çok iyidir, evimizi terk etmeyelim" olarak çevirdiği bir sahne var. Bunu biz de aslında çeviri kitap okurken ya da aslında bu filmi izlerken bile yaşamış oluyoruz. Güç, dili bilende, bilgiyi elinde tutandadır; onun dediklerine inanırsınız çünkü sizin bu konuda bir bilginiz yoktur. Burada çocuklar da böyle bilgisiz oldukları için babalarının her dediğine inanıyorlar, babaları da bunu bildiğinden bu durumu kullanıyor.

Çocuklar toplumdan uzak yaşadıkları için normlardan da uzak kalmış oluyorlar. Ebeveynlerinin onlara öğrettiklerini alıyorlar sadece. Evde çocuklar arasında bir yarış sürüyor çünkü ebeveynler onları birbiriyle yarıştırıp ödül - ceza sistemi uyguluyorlar onlara. Fiziksel güce ve dayanıklılığa dayalı bu testleri çocuklar kendi aralarında oyun oynarken de kullanıyorlar çünkü böyle yetiştirilmişler. Evde bu eğitim sürerken baba, bir köpeği eğitim merkezine bırakıyor. Çocukların eğitimi ile köpeğin eğitimi arasında bağ kurabiliyoruz böylelikle. Dış dünyadan, insanlıktan kopuk yaşayan bu çocuklar da bir köpek gibi eğitiliyor ve fiziksel güçlerine göre yarıştırılıyorlar çünkü.

Evde ne anne babanın ne de çocukların isimleri var. Kişinin ismi onun kimliği yerine geçer ve dolayısıyla bireysellik ile ilgilidir. Kişi ismini, kimliğini, bireyselliğini sorgulayarak özgürleşir, kendine bir benlik seçer çünkü. Burada ise ailenin istemediği bir şey bu. Onlara isim vermeyerek onların benliklerini yıkmak ya da bir benlik kurmalarına izin vermemek tam bu ebeveynlere göre bir şey yani aslında. Filmin pek çok sahnesinde de karakterlerin yüzlerini değil de sadece bedenlerini gösteren çekimler kullanılmış. Bu durum yine kimliğin göstergesi yüzü ortadan kaldırıp ailenin de önem verdiği fizikselliği ortaya çıkarmış oluyor.

Eve aile dışında girip çıkabilen ve bir ismi de bulunan, dış dünyadan gelen tek bir karakter var o da Christina. Babanın iş yerinde güvenlik görevlisi olan Christina, para karşılığında evin oğlu ile yatmak için bu izole mekâna baba tarafından, gözleri bağlanmış şekilde getiriliyor böylelikle yarattıkları dünyanın gizli kalacağını garantilemiş oluyor baba. Düşünemediği bir şey var ki Christina evin yerini bilmeden de evi etkileyebilir çünkü çocuklarla konuşabilen bir dış dünya bireyi kendisi. Güvenlik görevlisi olan Christina'nın babanın kurduğu bu "güvenli" ortamı tehdit etmesi de oldukça ironik.

Christina hakkında söylenecek çok şey var. İsminin seçimi hakkında düşünebildiğim tek şey dinî gönderme (Christian - Hristiyan) ama ona da bir yorum katıp filme bağlayamıyorum tam olarak. Evin oğlanı ile ilişkisine baktığımızda ise eve getirilmesinin tek sebebi onun cinsel ihtiyacını karşılamak. Ebeveynler, erkek çocuk için bunu bir ihtiyaç addederken kız çocuklarını hiç düşünmüyorlar ve onların cinsel kimliklerini de sıfırlamış oluyorlar. Christina ile çocuğun cinselliği ise tutkudan son derece uzak, sırf yapılması gerektiği için yapılan mekanik bir eylem. Erkek çocuğu zapt edebilmek için yapılıyor olması muhtemel. Christina, isminin de olması dolayısıyla bir kimliğe sahip, cinsel bir kimliği de var ve ilişkileri sırasında çocuktan oral seks talep edebiliyor. Çocuk ise bunu kabul etmiyor ve kendi istediğini yaptırıyor. Buradaki ataerkil toplum yansıması net olarak görülebiliyor: cinsellik, güç erkeğin elindedir; kadınların cinselliği yoktur, varsa da sözleri kimseye geçmez, erkeğin dediği yapılmalıdır. Christina ama tabii ki durmuyor çünkü o çocukların aksine kendi kendine düşünebilen ve talepte bulunabilen biri. Büyük kız kardeşe bir saç bandı teklif ederek ondan kendisini yalamasını istiyor. Cinselliğe dair bir şey bilmiyor gibi görünen büyük kız kardeş ise bunu saç bandını almak için kabul ediyor. Bu yalama işlemini bir takas işlemi olarak kabul edip kendi kardeşinden onun omzunu, göbeğini vs. yalamasını istiyor kardeşi ondan bir şey talep ettiğinde de. Normlardan tamamen uzakta yetiştiklerinden ve cinsellikten de haberdar olmadıklarından bu, onlara doğal geliyor.
image

Filmin üzerinde en çok durulması gereken karakteri belki de baba. Bu baba bir fabrikada muhtemelen yüksek bir pozisyonda çalışmakta, işine her gün takım elbise ile gidip gelmektedir. Ailesine kurduğu dünya haricinde yaşadığı toplumun, düzenin bir parçasıdır aslında. Bu düzeni çirkin bulduğundan olacak çocuklarını başka bir dünyada yetiştirmeye çalışıyor. Neden böyle bir şey yaptığına dair bir açıklama yok aslında filmde; ama Christina ile arasında geçen bir diyalogta "çocukların kötü yetişmesi ve kötü insanlar olması"na dair bir şeyler söylüyor. Babanın yaptığı bir korumacılık yani aslında kendine göre. Babanın dâhil olduğu düzeni (bizim de düzenimiz bu aslında) incelersek bunun gücün beyaz erkekte, zenginde bulunduğu, bireysel yarışa dayalı, insanların bu gücü elinde bulunduran kişiler tarafından eğitildiği, kullanıldığı, harcandığı bir sistem olduğunu görürüz. Bu sistemde dil çok önemlidir, insanlar dil ile eğitilir, kontrol edilir, onlara fikirler aşılanır. Babanın kurduğu sisteme baktığımızda ise aynı şeyi görüyoruz. Burada benim aklıma Robinson Crusoe geliyor. Robinson, babasının ve devletin baskıcı rejiminden kurtulmuş, kendisinin efendi ve mutlak güç sayılacağı bir yere gelmiştir. Önünde ise istediği gibi kurabileceği bir düzene açık, fırsatlarla dolu bir ada vardır; oysa kendisi yeni bir şeyler denemek yerine eskiden beri gördüğü ve alıştığı, içindeyken aslında küçük bir parçası hatta ezileni sayıldığı sistemi, bu yeni yerde kendisi efendi oluyor diye aynı şekilde uygulamaya koymuş, önündeki tüm fırsatlara rağmen o sistemin bir kopyasını yaratmaktan ileriye gidememiştir. Burada da baba o beğenmediği ve evlatlarının kötü olmasına yol açacağından korktuğu sistemden izole bir dünya yaratıp kendisini mutlak güç ilan ederek sistemi aynı şekilde yürürlüğe koymuştur. Kullandığı dil ile çocuklarının algısını değiştirmiş, sözcükleri kısıtlamış, dış dünyayı tehlikelerle dolu bir yer olarak göstererek çocukların evden ayrılmasını imkânsız kılmış, onların kendilerini, dünyayı ve babalarını sorgulamayı akıl edemeyecekleri bir şekilde yetiştirmiş dolayısıyla kendi iktidarını korumaya almıştır.

Filmin ismini düşünelim bir de. Ebeveynler çocuklara köpek dişlerinden biri düştüğünde evden ayrılabileceklerini ama evden ayrılmak için sadece araba kullanılabildiği için (çünkü dış dünya çok tehlikeli) arabayı kullanmayı öğrenmeleri gerektiğini, arabayı kullanmayı ise ancak köpek dişleri yeniden çıktığında öğrenebileceklerini söylerler. Evden ayrılma gibi bir durumları yok aslında çocukların; onlar ise bundan habersiz, köpek dişlerinin sallanmasını bekliyorlar. Buna bir de üstte de bahsettiğim köpek eğitimini ekleyelim. Bir şey uğruna eğitilen köpekler insanoğluna hizmet eder genelde yaşlanıp iş görmeyecek hâle gelene ya da ölene kadar. Bu çocuklar da insanoğluna, babalarına iktidarını vermek için eğitilmekte ve kullanılmaktalar. Onlar da birer köpek gibi eğitiliyor zaten. Filmde buna paralel olarak çocuklar bir de köpek gibi çömelip havlıyorlar babaları onlara kedilerin son derece tehlikeli canlılar olduğunu ve çocuk eti yediğini öğrettiği için.

Christina'nın çocuklarla konuşabildiğini dolayısıyla onları etkileme gücü olduğunu söylemiştim. Christina'nın ona verdiği filmler sayesinde büyük kız kardeş, diğer kardeşlerinden farklılaşıyor. Ailesinin verdiği eğitimden başka bir şey görüyor, öğreniyor, bir şeyleri sorgulamaya başlıyor sonunda. Bu sorgulamanın filmleri izledikten sonra gerçekleşmesini ise sinemanın aydınlatıcı gücüne bir yüceltme olarak sayabiliriz. Büyük kız kardeş sonunda köpek dişinin düşmesini beklemekten vazgeçip dişini kendisi kırıyor. Bu kırılma ile ailesinin onun için yarattığı ve ona biçtiği kimliği, hayatı da kırmış sayılıyor birazcık. Dişini kırdıktan sonra evden kaçıp babasının arabasının bagajına gizleniyor. Üstte "birazcık" dememin sebebi de bu. Dişini kırmış olsa bile yine de babasının ona öğrettiği "evden anca arabayla çıkılır, arabayı kullanmayı da dişin yeniden çıktığında öğrenebilirsin," bilgisini bir kenara atıp dışarıya adım atamıyor. Filmin sonunda baba arabasıyla dışarı çıkıp durduğunda bagaja odaklanıyor kamera, hiçbir hareket olmuyor ve film bitiyor. Büyük kız kardeş orada ister dişinin yeniden çıkmasını böylelikle araba kullanmayı öğrenip dışarı çıkabilmeyi bekliyor olsun ister de havasızlıktan ölmüş olsun, film kendi hayatımıza dair oldukça karanlık bir sorgulamayla baş başa bırakmış oluyor bizi.

Bir sahne var, baba elinde kamerayla çocukları çekiyor ama kameranın duruşu sebebiyle bizi, izleyiciyi de kameraya almış oluyor; bizi yansıtıyor ve babanın kendince kurduğu sistemin korktuğu sistemin küçük bir kopyası olduğunu söylemiştim, bu sistem bizim de sistemimiz zaten dolayısıyla film, bizi yansıtıyor. Gücü elinde bulunduran insanlar bizi yöneten bizi eğiten insanlar bu baba gibi insanlar. Filmdeki çocuklar gibi bizim gerçekliğimizle, algımızla oynamaları işten bile olmayan insanlar. Öyleyse biz gerçeği nasıl bilebiliriz? Neyin ne olduğunu nereden öğrenebiliriz? Bize biçilen kimlikleri özümseyip köpekler gibi eğitilerek birilerinin iktidarını devam ettirmesine katkıda mı bulunuyoruz? Kurtuluş var mı, varsa nasıl, yoksa biz de kurtuluş peşinde koşarken büyük kız kardeş gibi hiçbir şey yapamadan ortada kalacak mıyız? Sorular sorular... Dediğim gibi film bir umman aslında. Hakkında çok daha ciddi şekilde ve derinlemesine yapılmış incelemeleri okumaya değer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder