Salı, Eylül 30, 2014

Ookami kodomo no Ame to Yuki (2012), yön. Mamoru Hosoda

image

Ookami kodomo no Ame to Yuki, bir kurt adama âşık olan Hana’nın hikâyesini anlatıyor. Filmin konusunu okuduğumda biraz tereddütte kalmıştım ama Mamoru Hosoda’nın diğer animelerinden etkilendiğim için izlemeye karar verdim filmi. Tereddüdümün ne kadar yersiz olduğunu da filmin ilk birkaç dakikasında anladım zaten.

Hana, bir üniversite öğrencisidir ve bir derste etrafına bakındığında diğer herkesin ders dışı şeylerle uğraştığını, bir tek kendisinin not aldığını görür. Daha dikkatli baktığında ise kendisi haricinde başka bir gencin de dersi dikkatle dinlediğini ve gayretle not tuttuğunu görür. Kendisine benzemesi sebebiyle olacak, Hana bu çocuğu merak etmeye, ona ilgi duymaya başlar ve onunla konuşmaya çalışır. Anime dünyasında ufak bir bakış ile bile gelişebilen bir samimiyetle kısa sürede bu iki karakter birbirlerini anlamaya ve sevmeye başlarlar. Genç adam, hakkındaki gerçeği Hana ile paylaşır, ona bir kurt adam olduğunu söyler. Hana bu durumu doğal karşılar, bu karakterlerin sevgisi büyür ve sonunda yukarıda görseli bulunan tatlı mı tatlı iki çocuğun (Yuki ile Ame) ebeveyni olurlar. Baba ne yazık ki çok uzun süre yaşayamıyor, kendisini filmin daha başlarında uğurluyoruz. Çocukları için yiyecek ararken bir kanala düşüp ölüyor. Bu durumu kurt formunda yaşadığı için bir cenazesi bile olmuyor babanın, Hana sevdiği adamın bir çöp arabasına atılıp parçalandığına şahit oluyor. Bu iç parçalayıcı birkaç dakikadan sonra çocukların hayatına odaklanıyor film. Başlarken Hana’nın hikâyesi demiştim ama aslında çocukların hikâyesi bu, onların büyüyüp gelişmesi ve kendilerini bulması ile ilgili. Çocuklar babalarının kanını taşıdıkları için önlerinde iki seçenek bulunuyor: kurt olmak ya da insan olmak. Film boyunca onların arayışına tanık oluyoruz. Hana’nın onlar için yaptığı fedakârlıkları da unutmamak gerekiyor tabii. Hana okulunu bırakıyor, şehir hayatını bırakıp neredeyse herkesten uzakta bir kırsala taşınıyor çocukları rahat rahat büyüyebilsin diye. Ebeveynler cefakâr ve fedakâr profiller çiziyorlar böylelikte.

Şu kurt adamlık meselesine değineyim. Bu filmde o alıştığımız dolunayda kurt adama dönüşüp vahşileşme, ona buna saldırma klişelerini görmüyoruz. Çocuklar istedikleri anda insan ve kurt formları arasında geçiş yapabiliyorlar, sinirlendikleri zaman kurt oluyorlar ama daha çok. İnsanlara saldıracak vahşilikte değiller, doğada gezinip hayvanları koşturuyorlar genelde.

Etraflarında başka kurtlar olmadığı için türlerini kitaplardan öğrenmeye çalışıyor çocuklar, bilindik masalları okuyorlar örneğin içinde kurt bulunduran. Bunları düşünürsek eğer hepsinde kurtlar kötü resmedilmiştir, vahşi ve saldıran yaratıklardır bunlar ve insanlar onlardan ölesiye korkar, genelde de kurtları öldürürler. Bunları okuyan çocuklar dehşete düşüyor ve insanlardan korkmaya başlıyorlar tabii. Burada ise bu kurtluk meselesini tekrardan düşünmemiz gerekiyor. Çocuklar burada toplumdaki bireylere benzemeyen hatta topluma aykırı düşen bireyler, farklılar ve kendilerine göre yaşayabilmek için toplumdan kopmaları gerekiyor. Buradaki bir outsider profili. Kimseye bir zararı dokunmasa bile sırf farklı olduğu için dışlanan, toplumun ondan korktuğu ama aslında toplumun onda korku yarattığı bireyler bunlar. Günümüzdeki pek çok şeye bağlayabiliriz bunu, modern hayata uymayan bireylerden tutun da cinsiyet tercihlerine kadar. Neden kurt diye düşünürsek eğer kurtlar özgürlüğü ve bilgeliği simgeleyen hayvanlardır. Burada da karşımızda farklı karakterler var ve kendilerince bir bilgeliğe sahipler ve özgürce yaşayabilmek istiyorlar. Konuya ister böyle derin anlamlar yükleyelim ister de dümdüz bir kurt - insan hikâyesi kabul edelim, film bir kimlik arayışı, kendini keşfetme ve kabul etme mücadelesine bağlanmış oluyor.

Çocukların önünde iki seçenek olduğunu söylemiştim, içlerinde iki tür barınıyor çünkü ve bunlardan hangisini yaşamak istediklerine karar vermek onlara kalmış bir şey. Yuki başlarda kurt olmaya bayılıyor örneğin, koştursun zıplasın etsin, hayat onun için böyle geçiyor. Ame ise çekingen ve daha içine kapalı bir çocuk. Okuduğu masallardan ötürü de kurt olmaktan çekiniyor. Filmin sonrasında ise roller değişiyor ve Yuki elinden geldiğince kibar ve narin bir genç kız olmaya çalışırken Ame dağlara taşlara tırmanıp doğa hayatını, ait olduğu yerleri ve dolayısıyla kendi kurt kimliğini keşfetmeye başlıyor. Bu kimlik arayışı sahnelerinde daha önce de bahsettiğim aynalar kullanılmış kimi yerde, özellikle Yuki için. Ben kimim, iki yüzüm var ama hangisi benim vs. sorgulamaları için müthiş bir nesne bu ayna. Yuki aynada bir kendine, bir insan arkadaşlarının yüzlerine bakar. Sonraları ise gördüklerini yansıtır kendine, örneğin kurt olarak dolaştığı zamanlardaki gibi böcekleri, hayvanları toplayıp onlarla oynamaz; diğer kız arkadaşları gibi olmaya çalışır. Ame ise bu hayatı sürdüremeyeceğine karar verip başlardaki o çekingen ve insan sevmeyen hâllerine uyan yalnız kurt kimliğine bürünür. 

Belki çok tanıdık bir konusu var ve toplum ve bireysel farklılık üzerine verdiği mesajlar da çok açık ve alışıldık ama anime hâline getirilen hikâyelerin etkisi çok başka oluyor bana göre. 

Filmin sonunda çalan şu güzelliği de bir dinlemek lazım. Niye Japonca bilmiyorum diye diye ağlıyorum ben dinlerken.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder