Copie Conforme, bir şeyin aslı ile kopyası arasındaki ilişki üzerine, bunlardan hangisinin daha iyi veya güzel sayılabileceği üzerine bir sorgulama sayılabilir genel olarak. İngiliz bir yazar olan James Miller, bu sorgulama üzerine yazdığı kitabı hakkında konuşma yapmak üzere Toskana, İtalya'ya gelir. Bu yazar, bir şeyin ya da sanatın kopyasının da aslı kadar ve hatta bazen ondan daha çok değerli olabileceğini savunmaktadır. Nitekim, yazdığı bu kitap da kendi ülkesinde değer görmemiş; kitabının çevirisi -aslının kopyası- İtalya'da büyük ilgi görmüştür. Fransız asıllı Elle, yazarın bu konuşmasına gelir; ama oradan erkenden ayrılmak zorunda kalır ve yazara telefon numarasını bırakır daha sonra görüşmek için. Görüştüklerinde ise ufak bir şehir turuna çıkıyorlar birlikte ve konuştukça ilişkileri başka bir boyut alıyor.
Bundan sonrası spoiler içerir.
James'in asıl ile kopyaya bakışı belli; Elle ise onun bu görüşüne katılmıyor hatta onu eleştiriyor. Film de sürekli bu asıl-kopya ilişkisine değiniyor. Elle, James'i bir müzeye götürüyor ve ona orada yıllarca aslı sanılan ama sadece bir kopya olduğu ortaya çıkan bir resim gösteriyor. Elle, bunun çok ilginç bir şey olduğunu düşünürken James bunu pek umursamıyor. James'e göre bu gayet olağan bir şey. Daha sonra James bir anısını anlatıyor Elle'e. Floransa'da Fransızca konuşan bir anne ile oğul görmüş, David heykeli hakkında konuşuyormuşlar; ama heykel aslı değil kopyasıymış ve annesi bunun kopya olduğunu oğluna söylememiş. Böyle bir anı ve bunda da heykelden yine asıl-kopya durumuna değinilirken bir yandan da Elle ile oğlu Julien'in gerçekliği de sorgulanmış oluyor ki onlar da Fransız ve bu anının geçtiği dönemde onlar da Floransa'dalarmış. Elle'in James ona bu anısını anlatırken "Bana çok tanıdık geliyor bu," demesi, yüz ifadesi ve tavırları ile de bir şeyler anlatır gibi olması sanki o anne ile oğul onlarmış gibi bir izlenim bırakıyor. Seyircide bir soru işareti oluşturuyor bu durum.
Elle ile James'in oturdukları kafede bir kadın, onları karı-koca zannediyor ve bunun ardından Elle, bu durumu reddetmek yerine öylelermiş gibi yapmaya başlıyor. Filmin bundan sonrasında ise onları bir çift olarak görüyoruz. İlişkileri o yeni tanışmış yazar-okuyucu ilişkisinin ötesine geçiyor. Bir tartışıyorlar bir sarılıyorlar, geçmişten konuşuyorlar, anılar yaratıyorlar, birbirlerinin oyunlarına katılıyorlar ve rollerine öyle adapte oluyorlar ve öyle gerçekçi bir evli çift örneği sunuyorlar ki bir yerden sonra onların belki de gerçekten evli olabileceği düşüncesine kapılıyor insan. Neyin gerçek olduğunu anlamak da pek kolay değil açıkçası. Örneğin Elle'in James ile ilişkileri hakkında o yanında yokken söylediği bir lafın aynısını James sonra tekrar edebiliyor; bu belki evli olabileceklerini düşündürüyor; ama bir yandan da filmin başındaki yazar-okuyucu ilişkisi var, bu durumda o havada kalıyor. Filmin bu tip ucu açıklıkları ve muammaları var; belki de filmi bu kadar güzel yapan da bu.
James'in müzede söylediği "Kopyanın aslı ise karıştırılması alışılmış bir şey," lafına dönersek eğer onların ilişkileri de anlamlanmış oluyor. Asıl olanın ne olduğu tartışılır bir durum, neyin orijinal olduğunu bilemeyiz yargısını çıkarabiliriz buradan. Zira James ile Elle de bu durumu yansıtıyorlar değişen ilişkileri ile. Önce onları karı-koca zannediyorlar ve bu ikisi de bu sanıyı kopyalayıp onun üzerine bir gerçeklik kuruyorlar. Peki aslolan hangisi ya da bunlardan daha iyi olan hangisi?
Filmde karakterlere tipik roller verilmiş ve bu karakterlerin milliyetleri üzerinde de epeyce duruluyor. Biri İngiliz biri Fransız. Biri kadın biri erkek. Bu tip ayrımlar üzerinden yine asıl-kopya sorgulaması yapmaya devam edebiliriz. Basite indirgeyip ve hatta başa dönüp düşünürsek bu karakterlerin bize sunduğu her şey rol ve kopya. Öncelikle milliyeti ele alırsak eğer kişinin milliyeti sonradan kazanılmış, aslolmayan bir şeydir. İlk insanları düşünürsek onların milliyeti yoktu. Milliyet bir ayrımdır ve kişiye biçilmiş bir roldür. Filmden bunu örneklemek de mümkün. Bir sahnede James ile Elle, bir İtalyan restoranındalar ve masaya gelen şarap pek iyi değil. Bunun üzerine Elle bir Fransız olarak "Bizim şarabımızdan kötü tabii; ama sizinkinden iyi yine de," diyor İngiliz James'e. Bir İngiliz'e, Fransız'a ya da İtalyan'a belirli ve klasik ve hatta klişe sayılabilecek bir bakış açısı getiren bu replik, insanların rollere büründürüldüğüne dair iyi bir örnek. Milliyetten başka dayatılmış roller de var tabii. Kadın ile erkek rolleri, kadının daha romantik ve hislere yatkın kişiliği erkeğinse realistliği Elle ile James'in kişilikleri üzerinden vurgulanıyor. Elle'in üstlendiği anne rolü, James'in üstlendiği yazar rolü klişeye kaçan şeyler. Bunları düşündüğümüzde ise aslında aslolan bir şey olmadığını ve her şeyin rolden ibaret olduğunu görüyoruz.
İki karakter üzerinden müthiş bir gerçeklik illüzyonu sunan bu film oldukça derin anlamlar taşıyor ve çeşitli yorumlamalara açık. Sırf bu yüzden bile birkaç kez izlenip detaylarına varılması gereken bir yapım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder