Cumartesi, Eylül 27, 2014

La finestra di fronte (2003), yön. Ferzan Özpetek

image

La finestra di fronte, kesişen hayatların hikâyesini sunuyor. Giovanna, tavuk paketleyen bir fabrikada çalışmaktadır, Filippo ile evlidir ve iki çocuğu vardır; ama ne yazık ki hayatından hiç memnun değildir. İstemediği bir işte çalışan Giovanna, evliliğinden de mutlu değildir ve karşı apartmanlarında oturan bir adamı izlemekte ve hatta onunla ilgili düşler kurmaktadır kendince. Bir gün kocasıyla yolda yürürken yaşlı bir adam Giovanna ile Filippo'yu durdurur ve hiçbir şey hatırlamadığını, bu yüzden ona yardım etmeleri gerektiğini söyler. Giovanna'nın isteksizliğine ve korkusuna rağmen Filippo, adamı evlerine getirir. Filippo'nun ilgisizliği sebebiyle de adama bakmak Giovanna'ya düşer. Bu adamın kim olduğunu ve başına ne geldiğini öğrenmeye çalışırken Giovanna, karşı apartmanında oturan ve geceleri gözlediği adamla yani Lorenzo ile tanışır sonunda ve ikisi bu yaşlı adamın geçmişini araştırmaya başlarlar.

Bundan sonrası spoiler içerir.

image

Film aynı anda pek çok konuyu ele alıyor. Giovanna'nın hayatı ile başlıyoruz filme. Çalışmak zorunda olan ama istediği işi yapmayan, 29 yaşında bir kadın Giovanna. Hayatını değiştirmek istiyor belki ama bunu yapabileceğini sanmıyor ve buna cesareti de pek yok. Günlük yaşamın süregelmişliği, insanların hayat içinde sürüklenip gitmesi, hayatlarını rayına koyamamaları ve istediklerini yapamamalarına değinilmiş oluyor Giovanna'nın hayatıyla. Daha sonra yaşlı adam dâhil oluyor öyküye. Film ilerledikçe sırları ortaya çıkan bu adamın Nazi kampına düşüp oradan sağ çıkabilmiş bir eşcinsel olduğunu anlıyoruz. Politik geçmiş, Nazilik, tarih, insan ilişkileri, eşcinsellik gibi konulara değiniliyor bu adam sayesinde de; ama bununla da bitmiyor film. Daha sonra bir de Giovanna'nın bakıp durduğu Lorenzo'nun da Giovanna'ya baktığını ve hatta ona âşık olduğunu, onun için geceleri ağladığını -artık nasıl bir şeyse bu- öğreniyoruz ve filmin hikâyesi bu aşka odaklanmaya başlıyor. Ele almaya çalıştığı çok şey var filmin, ondan bundan ortaya karışık yapmış neredeyse. Bu konu dağınıklığı ve neye öncelik veya ağırlık vereceğini bilememiş olma durumu filme odaklanmayı zorlaştırıyor.

Filmle ilgili hoşuma giden şeylerden biri filmin renkleri oldu. Filme soluk toprak renkleri hâkim. Bu solukluğu karakterlerin solukluğuyla paralel olarak düşünebiliriz. Örneğin Giovanna çok soluk bir karakter. Hayatından memnun olmadığını göz önünde bulundurursak öyle olması da normal. Filmin başlarında neredeyse hiç gülmüyor ve etrafındakilerle kavga ediyor sürekli.

Hoşuma giden başka bir detay ise filmin adında da geçen pencereler. Giovanna ile Lorenzo'nun birbirini gözlediği bu pencerelerin çekimi sırasında yansımalardan yararlanılmış ve örneğin o an Giovanna'nın evinde olanları izliyorsak pencerelerde de Lorenzo'nun evinin yansımasını, onun ne yaptığını görebiliyoruz aynı anda. Bu yansımayı Giovanna'nın bakışları olarak yorumlarsak eğer Giovanna içinde bulunduğu durum, ev ya da hayat varken başka bir yeri, başka bir hayatı, başka bir adamı düşlüyor, onun yansımasını kuruyor kafasında da diyebiliriz. Pencerenin filmde başka bir işlevi ise Giovanna, Lorenzo'nun evine gittiğinde ortaya çıkıyor. Aralarında geçen şehvetli birkaç dakikadan sonra Giovanna kalkıp pencereyi açıyor ve karşıya, kendi evine bakıyor. Baktığında da kendisini görüyor evde ve ne yaptığını anlayıp Lorenzo'yu oradan bırakıp gidiyor. Bu karşıdan bakma olayı, kişinin kendisini ve ne yapmakta olduğunu anlayabilmesi için kendine dışarıdan bakması gerektiği yorumu katıyor sahneye. Zira Giovanna ne yaptığının az çok farkında Lorenzo'nun evine giderken; ama bunun gerçek anlamını kavrayabilmesi ve neyi gerçekten isteyip istemediğine karar verebilmesi için kendine dışarıdan bakabilmesi gerekiyor.

Tüm bunların ışığında baktığımda konu dağınıklığına çok takmadığım sürece rahatça izleyebildiğim bir film oldu benim için diyebilirim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder