Lars and the Real Girl, Ryan Gosling'in "genç kızların sevgilisi" hâlinden sıyrılıp utangaç ve çekingen bir role büründüğü (ve bunu kotardığı) bir film. Lars, ağabeyi Gus ve onun karısı Karin'in evinin karşısındaki garajda yaşıyor. Karin, hamile olduğu için artan annelik içgüdüleriyle Lars'ta bir gariplik olduğunu düşünüyor ve bunda haklı olduğu da ortaya çıkıyor çünkü bir süre sonra Lars, kız arkadaşı niyetine eve plastik bir bebek getiriyor. Lars'a bu sanrı dünyasında yardım etmek içinse yaşadıkları kasabadaki neredeyse herkes seferber oluyor, polisinden doktoruna kadar herkes. İnsanların bu sevecenliği ve samimiyetini düşününce içinde bulunduğumuz durumu (çevremizdeki insanları, komşularımızı, kimseyi tanımayışımızı ve kimseye yardım etmeyişimizi, tamamen bir yabancılaşma içinde bulunuşumuzu) sorgulatan ve büyük bir imrenmeye sebep olan bu filmi biraz derinlemesine incelemeye çalışacağım.
Bundan sonrası spoiler içerir.
Filmin açılış sahnesinden Lars'ın nasıl bir karakter olduğunu az çok çıkarabiliyoruz. Evinin güvenliğine sığınan, boynuna annesinin ona hamileyken ördüğü bebek battaniyesini dolayan "koca bir bebek" aslında o ve bu ifade de Bayan Gruner tarafından daha sonra Lars'ı tarif etmek için kullanılıyor zaten. Lars'ın sonraki betimlenişi de bu portreye paralel. Pembe kazaklar giyip bowling toplarının sadece pembesiyle oynuyor Lars. Pembe de annesinin odasının rengi olması sebebiyle onunla ilişkilendirilen bir şey ve hatta bu oda anne rahmi görevi de görüyor gerek rengi gerek Lars'ın güvende hissettiği tek yer olması dolayısıyla olsun. Annesine gelirsek onu doğururken ölmüş, annesini hiç tanımamış o; ondan hiç ilgi ve sevgi görmemiş, bir açıdan da hiç büyümemiş, çocuk kalmış bu yüzden. Çevresinde anne figürüne en yakın olan kişi ağabeyinin karısı Karin ve o hamile. Lars bu durumdan korkuyor çünkü Karin da annesi gibi ölebilir. Onun bu korkusu gerçeklerden kaçması için bir sebep doğuruyor ve böylelikle Lars'ın Bianca'yı yarattığı sanrı dünyası ortaya çıkıyor.
Bianca, kadınlığı ve Lars'ın annesinin odasında kalması açısından Lars için bir anne rolü oynuyor gibi görülebilir. Zira Lars'ın belirttiği gibi Bianca "tanrının onu başkalarına yardım etmesi için yarattığını" söylüyor. Bianca böylelikle Lars'a yardım edecek, onu koruyup kollayacak bir anne rolünü üstlenmiş oluyor. Bianca'ya baktığımızda ise onun oyuncak bir bebekten fazlası olmadığını görüyoruz. Lars hareket etmeyişini açıklamak için onu tekerlekli sandalyeye mahkûm ediyor, cinsel ilişkilerinin olmadığını göstermek için Bianca'yı dindar addediyor. Lars hep bahane peşinde. Tüm bunlar ele alındığında ise Bianca'nın birilerine yardım edecek bir karakterden çok yardım edilecek bir karakter olduğunu görüyoruz çünkü kendisi tek başına bir şey yapamıyor. Bianca da korunmaya ve ilgiye muhtaç aynı Lars gibi. Dolayısıyla Lars onu kendi suretinde yaratmış da diyebiliriz. (Dindeki "tanrı onu kendi suretinden yarattı" ifadesi ile filmdeki "tanrı onu başkalarına yardım etsin diye yarattı" ifadesini ilişkilendirirsek oldukça anlamlı bir durum çıkıyor ortaya.) Başka bir açıdan bakınca Lars, kendini onunla özdeşleştiriyor çünkü.
Lars'ın korunmaya ihtiyacı var; ama bunun yanı sıra kaybetmekten de korkuyor kendisi bu yüzden onu koruyacak insanlarla bağ da kuramıyor. Kaybetme korkusunun ciddiyetini yapay çiçekler hakkındaki konuşmasından anlıyoruz. Yapay çiçeklerden mutlu oluyor Lars, bunların gerçek olmadığını dolayısıyla sonsuza kadar orada kalacaklarını söylüyor. Bu, onun neden "gerçek" insanlarla birlikte olmaktansa Bianca gibi birini yarattığını da açıklıyor çünkü o da yapay ve sonsuza kadar orada kalacak. Lars kaybetmek istemiyor hiçbir şekilde çünkü bunu kaldıramayacağına inanıyor. Hayatına annesini kaybederek başlamış zaten. Sırf bu yüzden de Bianca, çocuğu olmayan bir karakter. Lars onu böyle yaratıyor, onu da annesini kaybettiği gibi kaybetmemesi için.
Lars pek iyi bir durumda değil ve ailesi de onun için endişeleniyor, onun düzelmeyeceğinden korkuyor. Neyse ki Lars'ın durumu değişiyor. Başlarda onunla ilgilenen ama Lars'ın ilişkiye girmekten ödünün koptuğu Margo karakterinin onun değişiminde büyük bir payı var. Zaman geçtikçe Lars, Margo'ya karşı bir şeyler hissetmeye başlıyor ve hatta onu kıskanıyor. Onu kıskanmaya başladığındaysa Bianca ile kavga etmeye başlıyor ve böylelikle onunla ilişkisi çatırdıyor.
Zaten sağlam bir temeli olmayan Lars ve Bianca ilişkisi yavaş yavaş sonlanıyor. Bianca güçten düşerken Lars kendine gelmeye başlıyor ve Bianca'nın gerçekliğini öldürmeye karar veriyor. Bianca'nın ölüm sahnesi de oldukça anlamlı. Yeniden doğuşu simgeleyen suyun içinde ölürken Bianca, Lars da annesinin rahminden, o sudan çıkmış gibi oluyor ve yeni hayatına yelken açabiliyor böylelikle.
Doğum demişken Lars'ın özdeşleşebileceği başka bir karakter olarak ise Karin'ın henüz doğmamış bebeğini alabiliriz. Bebek doğuma yaklaştıkça Lars da kendi yeniden doğuşuna yaklaşıyor çünkü yavaş yavaş gerçekliğe dönüyor ve korkularından sıyrılıyor çevresindeki insanların yardımı sayesinde.
Film ile ilgili beni en çok etkileyen şey kasabadaki insanların Lars için seferber olmaları oldu. Ailesi aman Lars ile dalga geçerler ne yaparız diye düşünürken insanlar tarafından sarmalanmış olarak buluyorlar kendilerini. Herkes Lars için koşturuyor, ona yardım ediyor bir şekilde. Böyle içten ve kenetlenmiş bir topluluğun varlığının hayali bile garip geliyor; ama bu yine de huzur verici bir gerçeklik.
Son olarak bir de filmin tatlı mı tatlı "oyuncak ayı kurtarma" sahnesini paylaşıp bitiriyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder