Secret Window, Stephen King'in 1990 yılında yayınlanan "Secret Window, Secret Garden" isimli öyküsünden uyarlanan bir film. Hiç Stephen King okumamış olan biri bile (örneğin ben) böyle bir uyarlamadan bir plot twist beklemesi gerektiğini bilir. Bu film ise bu beklentiyi karşılamak bir yana dursun, altına kategorilendiği gizem ve gerilim türlerinin hakkını şu kadarcık bile vermiyor. Öyküyü okumadığım için nasıl bir metin olduğunu bilmiyorum, filmden daha güzel ve anlamlı olduğunu varsayıyorum ama. Öykü 1990 yılında yayınlandığı için plot twist adına değişik ve yenilikçi bir metin sayılabiliyordu belki dönemine göre ama filmin çekim yılı 2004 ve benim izleme yılım da 2014 olduğu için bu "Bruce Willis aslında ölüymüş"vari senaryo bende izlerken "n'olur düşündüğüm gibi olmasın, n'olur" etkisi yarattı sadece.
Mort Rainey, ünlü bir yazardır ve yeni kitabı üzerinde çalışmak üzere inzivaya çekilmiştir. Bu kaçışı ise karısının onu aldatmasıyla ilgilidir daha çok. Olayın üzerinden zaman geçse de, karısı onu bırakıp yeni sevgilisiyle yaşamaya başlasa da Mort, bu olayın üstesinden gelememektedir ve kitabına da odaklanamamaktadır. Mort'un bu çırpınma sürecinde John Shooter isimli bir adam çıkıp Mort'un onun öyküsünü çalıp kendi adıyla yayınlattığını iddia eder. Mort bu adamı önceleri ciddiye almaz ama Shooter, Mort'un hayatını etkilemeye ve ona zarar vermeye başlar.
Olay genel olarak böyle. Mort'un kaçışı, olayı atlatamayışı, içindeki tükenmeyen sinir, isimlerdeki kelime oyunu (Mort - Latincede ölüm ve Shooter'ın ismindeki shoot - İngilizcede vurmak, filmin sonrasında bu kelime oyunu shooter - shoot her'e [vur/öldür onu] dönüyor) aslında pek çok ipucu sunmuş oluyor bize. Bu yüzden de şaşıracağımız bir şey kalmıyor filmde. "Shooter aslında Mort'muş."
Benim filme dair sevdiğim üç detay oldu. İlki -bundan kitapta daha çok bahsedildiğini düşünüyorum- bir yazarın hayatının yapıtlarını, yapıtlarının da hayatını etkilemesi döngüsü. İkincisi ayna imgesi. Filmde yansımalardan pek çok yerde yararlanılmış; ama en dikkat çekici olanı sonlara doğru aynaya bakarken Mort'un artık neyin ne olduğunu, Shooter'ın kim olduğunu anlamaya başladığı sahne. Ayna, günümüz eserlerinde bolca kullanılan bir simge. Kişinin bakıp kendini görmesi, kendinin ve içinin, kendi iç yüzünün farkına varması gibi anlamları var. Ayrıca kırılmış ve parçalanmış ayna da kişiliğin kırılması ve dolayısıyla çoğalması, yani çoklu kişilik veya başka kişilik bozukluklarını çağrıştıran bir şey. Yanlış hatırlamıyorsam bir yerde de aynanın iki dünya (iyi - kötü) arasında geçiş olması imgesine rastlamıştım. Kişi, aynaya baktığında aynanın ardında ne olduğunu bilmez. Bu "ardındalık" kişinin kendisinin ardında neyin gizli olduğu ile ilgili olabildiği gibi, kendine zıtlık oluşturan benliğine (iyi - kötü gibi) gönderme olarak da alınabilir. Bu filmde aynanın kırılmasını görmüyoruz ama kendinin farkına varma ve ardındakini, kötü benliğini görme olayları yaşanıyor yine de. Sevdiğim üçüncü detay yine bir imge: ev. Mort, Shooter'ın aslında kendisi olduğunu anladıktan sonra içinde yaşadığı evde çatlaklar oluşmaya başlıyor boydan boya. Ev, kişinin zihni ile bağdaştırılan bir imgedir. Zihin; bilginin, anıların ve daha pek çok şeyin evi sayılır dolayısıyla evde oluşan bu çatlaklar Mort'un zihninin ve kişiliğinin zedelenmişliğini, parçalanmışlığını yansıtmış olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder